En Yeniler
barış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
barış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10/11/2012

seyyah1906

Erdoğan her ölü sayısı verdiğinde kürt sorunu bitti dediğinde pkk'ya 100 kişi gidiyor



James Reynolds

BBC, Yüksekova

Sabahı yerde yatmış televizyonda çizgi film seyrederek geçiren 12 yaşındaki Birhat ile 10 yaşındaki kardeşi Emrah İke, misafırler girince suçlu suçlu ayağa fırlıyorlar.

Aslında okula gitmiş olmaları gerekiyordu, ama aileleri evde kalmalarına karar vermiş.

Okulda her sabah eğitim, Türkiye'nin bütün okullarında olduğu gibi "Türküm, doğruyum" sözlerini içeren bir andın hep birlikte tekrarlanmasıyla başlıyor.

Kürt olan İke ailesi, bu sözleri tekrarlamayı reddediyor. Çocuklar da, Türkçe değil Kürtçe eğitim görmek istediklerini söylüyorlar.

Birhat "Ana dilimizi istiyoruz" diyor, "Dersleri Kürtçe yapmamız lazım."

Küçük kardeşi de başını sallayarak onaylıyor. Siyasi tutumlar böylece bildirildikten sonra iki çocuk divana yayılıp bilgisayar oyunları oynamaya başlıyor.

Ailenin, misafirlerden pek memnun görünmeyen en küçük diğer oğlu ise avluda somurtmuş tavukları seyrediyor.

Çocukların annesi, çizgi film kanalını Avrupa'dan Kürtçe yayın yapan bir kanala çeviriyor.
İki oğlunu kaybeden anne

Oğlanların babaannesi Naciye İke, Yüksekova'nın en aktif simalarından.

Oğlu Emrah 1990 yılında daha 15 yaşındayken PKK'ya katılmış.

İki yıl sonra öldürülmüş. Cenazesi hiç bir zaman geri gelmemiş.

2003 yılında diğer oğlu Ali İhsan da PKK'ya katılmış. O da öldürülmüş.

Hayatta kalan tek oğlu var: Cihat.

Ona "Sen gitmeyeceksin" demiş. Cihat şimdi muhasebecilik yapıyor.
Naciye İke " Torunlarım için korkuyorum" diyor. "Sadece onlar için değil herkes için korkuyorum. Biz hala barış istiyoruz. Ama bizi dinlemiyorlar. Birbirimizi anlamıyoruz."

Kürtler Türkiye nüfusunun yüzde 15-20'sini oluşturuyor. Ortadoğu'da toplam 25-30 milyon Kürt yaşadığı tahmin ediliyor.
'Devletsiz ulus'

Kürtler sık sık "dünyanın en büyük devletsiz ulusu" diye tanımlanır. Ana yurtları Türkiye'nin doğusu, Irak'ın Kuzeyi, Suriye ve İran arasında kalan dağlık bölge.

1978 yılında Abdullah Öcalan Kürdistan İşçi Partisi PKK'yı kurduğundan beri Türkiye'de güvenlik güçleriyle yaşanan çatışmalarda 30-40 bin kişinin öldüğü tahmin ediliyor.

PKK artık bağımsızlık için savaşmadığını söylüyor.

Onun yerine Türkiye devletinden demokratik özerklik talep ediyor. Fakat hedefin aşağı çekilmiş olmasına rağmen şiddette de aynı ölçüde bir azalma olmadı.

Sadece son 15 ay içinde 700'den fazla insan öldü.

PKK askeri karakollar ve konvoylara saldırdı, bombalı saldırılar yaptı, sivilleri kaçırdı.

Türk ordusu PKK'nın barındığı dağlık bölgelere saldırdı ve hareketin destekçisi olduğundan kuşkulandığı çok sayıda insanı tutukladı.

Şu anda Abdullah Öcalan'ın yakalandığı 1999 yılından bu yana en yoğun şiddet dönemi yaşanıyor.

Yüksekova'da yüzlerce Kürt, PKK savaşçısı Orhan Akdoğan'ın cenazesi için mezarlığa yürüyor.

Törene katılanların ellerinde cezaevindeki PKK liderinin fotoğrafları var. PKK'nın yerel desteği çok güçlü görünüyor. Bu da Türk ordusunun bu örgütü sadece zor yoluyla yenilgiye uğratmasını güçleştirecek bir şey.

Cenaze törenine katılanlardan Serkan Dari "Bu ülkede çok cenaze gördük. Daha da göreceğiz herhalde. Başbakanın kullandığı dil buna işaret ediyor" diyor.

Kasabanın erkek çocukları, delikanlılarından bir kısmı, kendilerinin de Türk devletine karşı durabileceğini göstermeye hevesli. Kar maskelerini geçiriverip en kolay hedef olan Gazi ilkokuluna taşlar ve molotof kokteylleri atmaya başlıyorlar.

Okul Kürtçe değil Türkçe eğitim veriyor. Epey bir uğraştan sonra çocuklar bir sınıfı yakmayı başarıyor. Türk polisi zırhlı bir araçla biber gazı atarak genç kundakçıları dağıtmaya çalışıyor.

Yüksekova'dan arabayla bir saat mesafede, Türkiye'nin İran ve Irak sınırına yakın Şemdinli kasabasındayız.

Kasabanın belediye başkanı Sedat Töre, Kürt sorunu temelinde siyaset yapan Barış ve Demokrasi Partisi BDP'den.

Şemdinli'nin ana caddesinde meyve sularımızı içerken çatışma konusundaki endişelerini anlatıyor.

"Erdoğan her ölü sayısı verdiğinde ve 'Kürt sorunu bitti' dediğinde, 100 genç insanı daha PKK'ya gönderiyor" diyor karşıdaki dağları işaret ederek.
"Belki farkında değil kendisi, ama biz bunu görüyoruz burada. Her bir 'Kürt sorunu yoktur' dediğinde genç insanların umutlarını yerle bir ediyor, gelecek hakkındaki planlarını siliveriyor ve onları PKK cephesine gönderiyor."

PKK'nın binlerce savaşçısı var. Hareketin ana üssü Kürtlerin kendi öz yönetimine sahip olduğu Irak'ın Kuzeyinde.

Kuzey Irak'tan örgütün fiili lideri Murat Karayılan, bir BBC ekibine verdiği mülakatta savaşı durdurmaya hazır olmadıklarını söyledi.

"Koşulsuz olarak silah bırakmaktan mı söz ediyorsunuz?" diyen Karayılan şöyle devam etti:

"Hayır bunu kabul etmiyorum. Bütün sorularımıza cevap veren bir plan yapılmak zorundadır. Türkiye demokratik bir ülke olarak Kürt sorununu çözmek zorundadır. O zaman silahlarımızı bırakacağız. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu'da Kürtlerin varlığını kabul edene ve Kürt sorunu çözülene kadar, bölgede barış, istikrar ve demokrasi konusunda ilerleme olamaz."
Çok boyutlu yaklaşım

Fakat bu mesaj Türkiye siyasetinin kalbi Ankara'yı pek etkilemiyor. Kamuoyu yoklamaları halkın önemli bir kısmının Kürt isyancılara karşı sert önlemler alınmasına destek verdiğine işaret ediyor.

Eylül ayı sonunda Başbakan Erdoğan, partisinin genel kurulunda binlerce delegeye hitap etti.

"Partimiz bölgede bölücü terör örgütü ve kollarıyla mücadele eden tek güçtür" diyen Erdoğan'ın "Bu bizi korkutuyor mu? Hayır. Bir kişi ölse yerini alacak binler var" minvalindeki sözleri alkışlarla karşılandı.

Erdoğan hükümeti Türkiye'nin Kürt bölgelerine para ve yatırım vaadediyor, özerklik değil.

AKP yönetimi yıllarca Oslo'da PKK ile barış görüşmeleri yürüttü.

Fakat bu görüşmeler kesildi ve şiddet yeniden tırmandı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu BBC'ye "Terörist gruplarla, terörist eylemlerle mücadelede çok boyutlu bir yaklaşım içindeyiz" dedi.

"Güvenlik önlemleri bunlardan biri. Ama diğerlerini de hayata geçirmeye devam edilecek. Türkiye'nin geleceği için esas siyasi araçlar demokratik ve ekonomik gelişmedir" diye sürdürdü.

Fakat gelişme vaadleri PKK'lıları dağlardan indirmeye yeterli değil.

Türk devleti Kürt bölgelerini yönetiyor olabilir, ama Kürt kasabası Yüksekova'da Türk askerleri zırhlı jiplerle gezmek zorunda.

Fişekliklerini herkesin görebileceği şekilde, göğüslerine çapraz kuşanmış olarak.

10/25/2011

seyyah1906

selahattin demirtaş:deprem vurdu sen vurma istifa et ve van valisiyim diye gezme

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Meclis'te partisinin grup toplantısında konuştu. "Aylardır yaptığımız en yoğun faaliyet, toplu cenaze törenleri. Toplu cenazelerde ülke olarak Türk'ü Kürt'ü ile maalesef acıları ortaklaştırmaya, dindirmeye ve acı vesileyle ortaya çıkan toplumsal kırılmayı önlemeye çalışıyoruz" diyen Demirtaş son toplu acının da Van depremi olduğunu belirterek şunları söyledi:
"Son birkaç aydır yaşadığımız travma, acılar hiç de küçümsenecek hafife alınacak acılar travmalar değil. Çünkü sıradan bir coğrafyada sıradan bir dönemden geçmiyoruz. Bu acılar üzerine böylesine bir felaketle karşılaşmış olmak bütün ülkeyi toplumu derinden sarsmıştır. Hepimizin başı sağolsun. Böylesi dönemler bir daha yaşanmasın."

Depremin doğanın gücü karşısında insanın çaresizliğinin en somut örneklerinden biri olduğunu söyleyen Demirtaş bundan kaçış olmadığını söyledi. "Belki de insanlığın çaresizliğinin alternatifi olabileceğini düşündüğümüz tek şey dayanışmadır" diyen Demirtaş, gösterilen dayanışmanın da yaralarının hafiflemesi, travmanın azalmasında etkili olduğunu söyledi. Demirtaş depremin yaşandığı andan itibaren başlatılan yardımlar nedeniyle herkese teşekkür etti.

'İnsan olanlar-olmayanlar' ayrımı

Böyle zamanlarda insanların 'insan olanlar' ve 'insan olmayanlar' şeklinde ikiye ayrıldığını ileri süren Demirtaş, "İnsan duygusu içinde o kardeşlik ruhuyla dayanışma gösteren herkese minnet duygusunu iletti. Barış, özgürlük, kardeşlik, demokrasi adına her ne inşa edilecekse o dayanışma duygusunun üzerine inşa etme dışında seçenek olmadığını söyleyen Demirtaş şöyle devam etti: "Türkiye toplumu her türlü kışkırtıcılığa, ayrımcılığa, faşizan tutuma rağmen bu duygusunu korumalıdır. Aslolan insani ilişkiler ve insani duygudur. Bu duyguyu unutan, siyasetin malzemesi, intikamın malzemesi yapmak isteyenler açısından ise utanç olarak tarihe not düşmüştür. Bir yanda Türkiye'nin önemli kesiminin dayanışma duygusu, bir yanda da depremin yarattığı etki kadar ağır travma yaratan ırkçı faşizan anlayış. Çok şükür ki toplumun geneline hakim değil. İnanıyorum ki bu sözler ve davranışlar herkes tarafından da mahkum edilmiş ve lanetlenmiş bir duygu olarak bu topraklarda yaşam şansı olmayacak. Anlı şanlı bazı televizyon programcılarının, ırkçılık mezunu, faşizmde doktora yapan naylon oyuncaklar, umarım ki bu televizyonlarda gazete köşelerinde yer bulamayacak, yaymaya çalıştıkları faşizan anlayışın da toplumda hakim olmayacağını göreceklerdir."


'Halk sınavını verdi, devlet enkaz altında'

Van depremi sonrası en acil ihtiyacın çadır olduğunu söyleyen Demirtaş, "Halk her seferinde sınavını veriyor, ama depremin altında hep devlet kalıyor. Bir afet hatırlamıyorum ki o afet sonrasında halk devlete Kızılay'a teşekkür etsin. Her felaket sonrasında başta Kızılay olmak üzere devletin kurumlarının ne kadar yetersiz hazırlıksız olduğu ortaya çıkıyor. İşte bu kısmı kader değildir ve işte bu kısmı deprem gibi önlenemez değildir. En çok sarsan inciten bu kısmıdır" dedi. Kimsenin devletten, Kızılay'dan depremi durdurmayı talep etmediğini söyleyen Demirtaş, ancak Van'da yine bir deprem sonrası klasiği yaşandığını ileri sürdü.

Arama kurtarma çalışmalarında karmaşa, yardımların tek elden dağıtılmasında büyük beceriksizlik ve yeteneksizlik yaşandığını savunan Demirtaş, "Neden bu kadar olanağa rağmen, Türkiye'nin büyük kentlerinden birine devlet 48 saat geçmesine rağmen, mahalle ve köylerin önemli kısmına ulaşamadı. Hükümetin cevap vermesi gerek. Herkes aile çadır istiyormuş. Herkese vermek zorundasınız. Devlet bunun için vardır" dedi.

Milyonluk bir şehir olan Van'a şu ana kadar 8 bin 600 çadır gittiğini söyleyen Demirtaş, "Halk ne kadar teşekkürü hakkediyorsa oradaki yönetim anlayışı da o kadar eleştiriyi hak ediyor. Başbakan, bakanlar oraya gitmiştir ama orada bulundukları saatlerde bırakın organizasyonun güçlenmesini, tam anlamıyla organizasyon tıkanmıştır. Çünkü tüm kamu görevlileri Başbakan ve bakanların güvenliği rahatlığı ile ilgilenmiştir" dedi.

'Uzaya değil Van'a gideceksiniz'

Neden yeterli kadar çadır gitmediğini soran Demirtaş, "Hava-kara köprüsü kuracağız diyorlar. Uzaya mı gideceksiniz Van'a gideceksiniz. Van'a 20 km ilerideki köyde 20 saat geçtikten sonra hala çadır yoktu. 10 ölünün olduğu bir köye, 200 evin yıkıldığı köye telefon dahi açılmamıştı. Devlet saatte 1 km hızla gitse o köye yetişirdi. Bilgi aldım hala o köyde çadır yok, ısınma sorunu var" şeklinde konuştu.


'Deprem vurdu, sen vurma, istifa et'

Çok büyük yardım kampanyaları yapılmasına karşın ciddi bir koordinasyon eksikliği bulunduğunu savunan Demirtaş bu durumdan Van Valisi'ni sorumlu tutarak, "Van Valisi, şu saate kadar Van belediye başkanıyla telefonla görüşmedi. Kent enkaz halinde, kendisi halen ayrımcılık derdinde. Hala Van valisi sıfatıyla o sokaklarda dolaşabiliyor. Valilik ve belediyenin koordinasyon içinde olması lazım ama Van Valisi Hazretleri, AKP il başkanı gibi davranıyor" dedi.

Vali'nin ayrımcı zihniyetinin faturasını Van halkının ödediğini ileri süren Demirtaş, "Bu kadar ayrımcı zihniyeti bir Vali'de kabul edemeyiz. Van'ın yarısının Valisi isen istifa et, terk et. Bırak hükümet başkanı Van'ı seven Vali atasın, çocuklar bebekler gece soğukta kalmasın" çağrısında bulundu. Van Valisi'ne "Van halkına artık toplu işkenceyi bırak" çağrısında bulunan Demirtaş, "Deprem vurdu sen vurma, istifa et ve Van Valisi'yim diye gezme, terket. Görevini, temsilini layıkıyla yapamıyorsun. Yapman gereken Van halkının iradesine saygı duymaktır. Oradaki insanlar şu anda siyaset, ayrımcılık istemiyor, yardım istiyor" dedi.

Gazetecilere Van daveti

Kamuda ortaya çıkan ırkçılığın ayrımcılığın panzehirinin dayanışma olduğunu anlatan Demirtaş, devletin ise çadır battaniye gönderemediği kente, cop gaz gönderdiğini söyledi. Demirtaş, AKP'nin çalışmalarına methiyeler düzen gazetecileri çocukları ile birlikte bir günlüğüne Van'a gelip geceyi sokkata geçirmeye davet etti. Demirtaş, "İstanbul'dan atıp tutacağınıza çocuğunuzla gidin. Yine methiye düzerseniz saygı duracağız" dedi. Deprem sonrası farklı ülkelerden gelen yardımların geri çevrilmesini eleştiren Demirtaş, "Hükümetin burnu havada, kurtarma ekipleri havaalanından çevriliyor. Hükümetin amacı ne? Kasıtlı mı yapıyor anlayamıyoruz" dedi.

7/28/2011

seyyah1906

doğu perinçek fetullah gülen beimle görüşmek istemiştir ben reddettim

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince, Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesindeki salonda görülen duruşmada tanık Kemalettin Gülen'in beyanı alınırken söz alan Perinçek, 1996 yılında, 28 Şubat arifesinde Fethullah Gülen cemaatinin Gülen'den sonraki ikinci liderinin kendisini arayarak görüşmek istediğini iddia etti.
Ziyarete bir vakıf adına geldiklerini söyleyen 12 kişilik heyetle İşçi Partisi İstanbul İl Merkezi'nde görüştüğünü savunan Perinçek, bu kişilerin kendisine Fethullah Gülen'in selam ve saygılarını getirdiklerini söylediklerini aktardı. Perinçek, heyetin kendisine, ''Fethullah Gülen'in görüşmek istediğini, ama ne Gülen'in buraya geleceğini ne de kendisinin Fethullah Gülen'e gideceğini bildikleri için bir otelde buluşulacağını, basına fotoğraf çektirilerek barış ve uzlaşma mesajı verileceğini'' söylediğini savunarak, ''Ben bu görüşmenin anlamlı olmayacağını bildiğim için reddettim'' iddiasında bulundu.

Mahkeme Heyeti Başkanı Hasan Hüseyin Özese'nin, bu teklifi yapanın kim olduğunu sorması üzerine Perinçek, o zaman Gülen cemaatinin ikinci adamı olan Latif Erdoğan ve beraberindekiler olduğunu söyledi.

Bu görüşmeden iki gün sonra da Samanyolu televizyonunun ileri gelenlerinden birinin kendisini aradığını öne süren Perinçek, bu kişinin telefonda, ''Neden böyle bir görüşmeyi reddettiğini sorduğunu, bu görüşmenin 5 milyon dolardan başlayacağını ve İşçi Partisi'nin seçim çalışması için çok faydalı olacağını'' söylediğini iddia etti.

Tanık Kemalettin Gülen'in, Alparslan Arslan'ın İşçi Partili olduğunu söylediğini hatırlatan Perinçek, ''Ne Alparslan Arslan İşçi Partili herhangi birini aramıştır ne de partinin kapısına gelmiştir, ancak Fethullah Gülen benimle görüşmek istemiştir'' dedi.

Perinçek, aslında hiç konuşmayacağını, ancak Arslan'ın İşçi Partili olduğu söylenince, zapta geçmesi için konuştuğunu belirterek, ''2008'de, Fethullah Gülen cemaatinin her yıl düzenlediği Türkçe Olimpiyatları'nın ödül töreninde bir konuşma yapmam için teklif geldi. 'Bakanlar da gelecek, sizi protokolde oturtacağız. Bakanlar sizin arkanızda oturacak' dediler. Bunu da kabul etmedim'' şeklinde konuştu.

Perinçek'in avukatı Cengiz

Perinçek'in avukatı Mehmet Cengiz de tanık Kemalettin Gülen'e, Alparslan Arslan'ın birkaç kez İşçi Partisi üyesi olduğunu söylediğini hatırlatarak, ''Alparslan Arslan İşçi Partisi'nin hangi il ve ilçe teşkilatı üyesiymiş?'' sorusunu yöneltti. Gülen de ''Kendisinde Ulusal Haber basın kartı bulundu. Evinde çok sayıda Aydınlık dergisi bulundu'' yanıtını verdi.

Avukat Cengiz de söz konusu kartın Ulusal Kanal'la uzaktan yakından alakası olmadığının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından saptandığını söyledi.

Duruşmada tanık olarak dinlenen Nusret Aras da Danıştay saldırısından bir gün önce Osman Yıldırım'ın kendisini arayarak, Ankara'daki bir otelde olduğunu ve görüşmek istediğini belirttiğini, Yıldırım ile yaklaşık 15 dakika görüştükten sonra otelden ayrıldığını anlattı.

Aras, Yıldırım'ın kendisine, bir alacak meselesi nedeniyle avukatıyla birlikte Ankara'ya geldiğini söylediğini ifade etti.

Mahkeme Heyeti Başkanı Özese'nin, konuşma sırasında Yıldırım'ın Danıştay'dan bahsedip etmediğini sorması üzerine Aras, ''Benim yanımda öyle bir şeyden bahsetmedi. Öyle bir şey olsaydı hemen polise söylerdim'' yanıtını verdi.

Mahkeme Heyeti, Aras'ın beyanının alınmasının ardından duruşmayı 4 Ağustos Perşembe gününe erteledi.

7/15/2011

seyyah1906

bdp'li hasip kaplan türkiye bu gerilimi gerginliği ve bu provokasyonu yaşarken meclis tatile giremez

Diyarbakır Silvan'da yaşanan çatışma ve sonrasındaki iddialarla iligli BDP'den açıklama geldi.

BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş yaptığı yazılı açıklamada, Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde 13 askerin şehit olduğu, 7 askerin yaralanmasıyla sonuçlanan çatışmadan dolayı derin üzüntü duyduklarını söyledi. Olayda yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet yakınlarına başsağlığı ve yaralılara da acil şifalar dileyen Demirtaş, şunları söyledi:
"Savaşın, çatışmanın, ölmenin ve öldürmenin bir sorun çözme yöntemi olmaktan çıkmamış olması, bizlere bu acıları yaşatan en temel nedendir. Ülkenin en önemli sorununun bu gençlerin omuzlarına yüklenmesi haksızlığı da, hükümet başta olmak üzere siyasetin ve bütün siyasetçilerin sorumluluğundadır. Bu acıları unutmadan, ancak acılarımızı 'düşmanlık' dili oluşturmak için de kullanmadan barışı sağlamak her birimizin bütün ülkeye karşı boynunun borcudur. Ancak maalesef ki olayın duyulmasından bu yana yapılan açıklamalar ve gösterilen tepkiler Partimizi doğrudan hedef almakta, yaşanan olayın yarattığı acı ve hüzün ortamından yararlanılarak asıl sebeplerin üstü örtülmekte, neredeyse çatışmaya BDP girmiş gibi bir hava estirilmektedir.Bu haksız hedef gösterme furyasına TBMM Başkanından, hükümet temsilcilerine kadar sorumluluk mevkiinde olup da hesap vermesi gereken herkes dahil olmuştur. Bu süre içerisinde Ankara, Mersin, Bursa ve Elazığ il-İlçe binalarımızın da aralarında bulunduğu bazı parti teşkilatlarımız saldırıya uğramış, yakılmıştır."
"Çatışma bütün yönleriyle soruşturulup açığa çıkarılmalı"

Olayın en büyük ve onarılmaz kaybının yaşamını yitiren gençler olduğunu, siyasi polemikler, nutuklar ve karşılıklı suçlamaların yüreği yangın yerine dönmüş ana babaların acılarına derman olmayacağını söyleyen Demirtaş, "Ancak yüreği evlat acısıyla yanan anaların bile 'akan kan dursun' şeklindeki kutsal sözlerine karşılık aynı sağduyunun binde birini siyasetçilerde göremiyoruz. Bu vesileyle öncelikle herkesin ve herkesimin, bu süreçte kullandığı, kullanacağı dilin çatışmayı, gerilimi tırmandırmaya değil, riske giren barış arayışlarına cesaret verici olmasını diliyoruz. Bütün barış süreçleri tehlike ve tehditlerle örülü olmuştur. Ancak barış, sadece ve sadece o'na yürekten inanan ve bütün engellere rağmen o'na doğru yürümekte ısrar eden toplumlara daha erken gelmiştir. Biz de er veya geç kendi barışımızı inşa edeceğiz, ama bunun geç olmaması için biz dahil herkese sorumluluklar düşmektedir. Yaşanan bu olayın insani yönünü ve bizlerde yarattığı acı etkisini değiştirmese bile, en azından bundan sonraki muhtemel riskleri önleme açısından söz konusu çatışmanın bütün yönleriyle soruşturulup açığa çıkarılması önemlidir" dedi.



Yaşanan olayın bir pusu olmadığı iddialarını da gündeme getiren Demirtaş şunları kaydetti:
"Yaşanan olayın bir pusu olmadığı, operasyona çıkan askeri birliğin bir noktada PKK ile çatışırken başka bir noktada askerlerin bulunduğu bir mevkiye savaş uçaklarından -veya helikopterlerden- atılan bombaların yarattığı büyük yangınla askerlerin yaşamını yitirdiği, bu iddialara dair konuşmaların askeri telsizlerde komutanlar arasında geçtiği ve bu konuşmaları korucuların da duyduğu şeklinde vahim iddialar kamuoyuna yansımıştır. Bu vesileyle sayın Başbakan'a çağrımızdır; Bu olayın başka siyasi gerilimlere ve çatışmalara yol açmaması, bütün boyutlarıyla açığa çıkarılması için soruşturma başlatılmalıdır. Otopsi raporları, telsiz konuşma kayıtları kamuoyu ile paylaşmalıdır, gerçekler ortaya çıkarılmalıdır. Eğer iddialar doğruysa; sorumluluğu, ya da ihmali olan varsa hesap sorulması sağlanmalıdır. Adil bir soruşturma neticesinde ortaya çıkacak gerçek her neyse, her birimiz bunun sonuçlarından dersler çıkararak önümüzdeki süreçte daha etkili bir barış siyaseti üretebiliriz. Ancak gerçeklerin üstü örtülürse bu durum herkeste güvensizliğe ve karamsarlığa yol açacaktır. Kamuoyundaki bu kaygıların giderilmesi için hükümet üzerine düşen sorumluluğun gereğini yerine getirmelidir."

BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, Muş Milletvekili Sırrı Sakık, BDP il yöneticilerinden Şengül Çelik ve Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile dün gece saldırı düzenlenen partisinin Ankara İl Başkanlığı binasında, basın açıklaması yaptı.

Diyarbakır'daki saldırı dolayısıyla büyük bir üzüntü yaşadıklarını ifade eden Kaplan, ''Gerçekten 20 insanımızı yitirmenin hem üzüntüsünü hem acısını yaşarken, Allah'tan kendilerine rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum'' diye konuştu.

Kaplan, dün Mecliste, BDP ve AKP temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde, ''çözüm yakın olduğu zaman, barış yakın olduğu zaman, demokratik çözüm ve yeni anayasa olgusu yakın olduğu zaman daima provokatörler hareket geçmiştir'' dediklerini ifade ederek, o görüşmenin yapıldığı saatlerde, Diyarbakır'da yaşanan acı olayın haberi geldiğini ifade etti.

Diyarbakır'daki olayın ''sıradan bir olay olmadığını'' anlatan Kaplan, şöyle konuştu:
''Türkiye bu gerilimi, gerginliği ve bu provokasyonu yaşarken Meclisin tatil yapma hakkı yoktur. Meclis bu koşullarda tatile giremez. Onca sorun yaşanırken çözümün adresi Meclisin tatil yapma keyfi yoktur. Bu sorunun mutlak surette çözüm yeri Meclis olduğuna göre, Meclisin tatile girmeden bu sorunu konuşması gerektiğini düşünüyoruz. Bu olayın derhal açıklığa kavuşması lazım. 13 askerin yanarak ölmesi soru işaretleri bırakıyor ve bu konuda çok ciddi iddialar var. Eğer bizim helikopterlerimizin ve uçaklarımızın bombardımanı sonucu askerler ölmüşse bu çok vahimdir ve bir hükümeti istifa ettirecek noktaya kadar ciddi vahim bir olaydır. Bunu çok ciddi olarak meclisin derhal komisyon kurarak takip etmesi gerekiyor.''

Parti ile binasına yapılan saldırıyı da kınayan Kaplan, ''Başkentin göbeğinde, güvenlik noktalarının çok yakınında bir il binamızın saldırıya uğraması çok ciddi provokasyonlar zincirinin devamıdır'' dedi.

''Türk Kürt halkı arasında bir çatışma yaratmak isteyenlerin hevesini kursaklarında bırakma konusunda kararlı olduklarını'' anlatan Kaplan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Hiçbir güç, hiçbir provokasyon Türk ve Kürt halkının birbirini boğazlaması sonucunu doğurmayacaktır. Bizim bin yıllık kardeşiliğimizi ve sorunlarımızı kendi içimizde çözmek inancındayız ve zorundayız. Siyasetin biraz cesur olması lazım. AK Parti'nin, Başbakanın biraz cesur olması lazım. Anamuhalefet liderinin artık biraz cesur olması lazım. Bu ülkenin her köşesinde provokasyonlar kol gezerken, hiçbirimizin 'Meclis tatil yapsın, vekiller tatil yapsın' deme hakkı yoktur. Hükümeti bu saldırı ve benzeri saldırılara karşı uyarıyoruz. Bütün siyasi sorumluğuyla hükümet bunun cevabını vermek zorundadır.''

Kaplan, bir gazetecinin ''Meclis tatile girmesin diyorsunuz. BDP milletvekilleri yemin edecek mi'' sorusu üzerine, AKP ve BDP arasındaki görüşmelerin ardından dün itibariyle iki mutabakat metni sunulduğu anımsatarak, ''Bir mutabakat metnin cümlesine takılan bir iktidar, 'milletin iradesi özgürce meclise yansısın' diyen cümleyi çıkarın dediği için mutabakat sağlayamadık. En kısa zamanda bunun da değerlendirmesi yapılacaktır. Bu tarihi günlerdeki gelişmeler de dikkate alınacaktır'' diye konuştu.



"İnadına 'barış' diyeceğiz"

Muş Milletvekili Sırrı Sakık da Diyarbakır'daki olay duyulduğunda herkesin yüreğinin ağzına geldiğini belirterek, ''Bu ülkenin dokularıyla oynamak isteyenler var'' dedi. Bu olup bitenlerin bütün sorumlusunun ''siyaset dünyası olduğunu'' vurgulayan Sakık, şöyle konuştu:
''Burada AKP'sinden, CHP'sinden, MHP'sinden herkes sorumludur ama biz BDP olarak da sorumluluğumuz var. Biz de iyi örgütlenemedik. Bu savaşa karşı büyük bir birlik oluşturamadık. Büyük bir blok oluşturabilseydik sesimiz daha gür çıkardı. Siyaset dünyası meclisi tatile değil göreve çağırmalıdır. Bu Meclis 1920 ruhuyla hareket etmelidir.''

''Tam umutların yeşerdiği, İmralı'da görüşmelerin başladığı dönemde böyle bir hareketin 14'ünde gerçekleştirilmesi düşündürücüdür'' diyen Sakık, vicdan sahibi olan herkesin bu süreci mercek altına alması gerektiğini ifade etti. Ülkede barışı sağlamanın herkesin görevi olduğunu anlatan Sakık, ''İnadına 'barış' diyeceğiz. İnadına 'kardeşlik' diyeceğiz. Her kim asker ve gerilla acısı arasına ayrım koyuyorsa namerttir. Kim ki askerin acısını yüreğinde taşımıyorsa namerttir. Kim ki, gerillanın acısını yüreğinde taşımıyorsa o da namerttir'' ifadelerini kullandı.

Sakık, TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in ''Herkes safını belirlesin'' sözünü hatırlatması üzerine, ''Bizim safımız silahın ve şiddetin olmadığı demokrasi ve özgürlükler safıdır'' dedi. Hasip Kaplan ise ''Bizim safımız Türkiye halkının yanıdır, demokrasidir, özgürlüktür. Kimse faşist, ırkçı, katliamcı, darbeci bir saf seçeceğimizi sanmasın. Safımız çok nettir. Özgürlüklerinin Türkiye halkının safındayız'' diye konuştu.



"Türkiye'de artık kimse kan ve gözyaşı istemiyor"

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İl Başkanı Cihan Yılmaz, BDP İl Merkezi'nde yaptığı açıklamada, Diyarbakır Silvan'da yaşanan olayların hemen ardından birtakım kişilerin toplumsal kaos yaratmak adına tahrik edici açıklamalarda bulunduğunu söyleyerek, bu gibi durumlarda insanları yanlışa sürükleyebilecek sert açıklamalardan kaçınılması gerektiğini vurguladı.

Olayların demokratik yol ve barışçıl çözümler ile aşılabileceğini ifade eden Yılmaz, şunları kaydetti:


''Hepimize düşen ilk görev aklı başında yaklaşımlar ve sağduyulu açıklamalarla insanları terörize etmekten kaçınmaktır. Türkiye'de artık kimse kan ve gözyaşı istemiyor. Annelerin, babaların ağlamalarına bir son verilmeli. Bunun da tek yolu barış ve demokrasiden geçiyor. Türkiye genelinde demokratik bir anayasa isteğine yönelik mitingler düzenliyorduk. Mersin'de dün gerçekleştirdiğimiz mitingi de Diyarbakır Silvan'dan gelen haberlerin ardından yarıda kestik. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'nun Türkiye genelindeki tüm etkinlikleri iptal edildi.''

7/14/2011

seyyah1906

cemil çiçek'ten 13 şehit tepkisi artık herkesin safını iyi belirlemesi lazım ya demokrasiden yana olacağız ya da

Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde çıkan çatışmada 13 askerin şehit olmasını değerlendirdi.

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Diyarbakır'daki terör saldırısına ilişkin olarak, “Bir taraftan demokrasi, bir taraftan barış ve özgürlük ama öbür tarafta da kan, kin ve vahşet... Artık herkesin safını iyi belirlemesi lazım. Ya demokrasiden yana olacağız ya da bu türlü kan ve kin kusanlarla beraber olacağız” dedi.

“Böyle vahşi bir olayı, bugün bu vesileyle öğrenmiş olduk” diyen Çiçek, Türkiye'nin bir terör belası bulunduğunu söyledi. Cemil Çiçek, “Bir taraftan demokrasi, bir taraftan barış ve özgürlük ama öbür tarafta da kan, kin ve vahşet... Artık herkesin safını iyi belirlemesi lazım. Ya demokrasiden yana olacağız ya da bu türlü kan ve kin kusanlarla beraber olacağız” diye konuştu.
Şehitlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar dileğinde bulunan Çiçek, şöyle devam etti:

“Milletimizin, hepimizin başı sağolsun. Temenni ederim ki bu son üzücü olay olsun ama maalesef Türkiye geliştikçe, büyüdükçe, bölgesinde söz sahibi oldukça bundan rahatsız olanlar var. Bu rahatsız olanların kullandığı en uygun enstrüman da terör örgütüdür. Hep ifade ettim ki bu terör örgütü, hiçbir zaman Kürt vatandaşlarımızı o bölgenin insanlarını temsil etmiyor. Bunlar uluslararası güçlerin menfaatine hizmet eden, onun için kan döken, kin kusan, bir vahşet örgütü. Bunu artık hepimizin, herkesin çok daha iyi anlaması lazım. Herkesin de safını bu manada çok daha iyi netleştirmesi gerekiyor. Zannediyorum bu konu ile ilgili çok yönlü değerlendirme yapılıyor, yapılacak.”

Çiçek, bir gazetecinin, “Bugün BDP'liler ile görüşme vardı. Bir uzlaşma sağlanamadı ama yemin edilebilir gibi mesajlar da veriliyordu” sözleri üzerine, “Herkesin olup bitenlerden ders çıkarması ve nasıl kullanıldığını herkesin çok iyi anlaması lazım. Bu gelişmelerden hiç kimse fayda umamaz. Bu gelişmelerden bu topraklarda yaşayan 74 milyon insanın menfaati olamaz” şeklinde konuştu.

Bu tip eylemlerin başkasının menfaatine hizmet ettiğini vurgulayan Çiçek, “İnşallah aklına başına almayanlar varsa o manada bu son üzücü olay herkesin aklına başına getirir ve safını tercih eder. Ya demokrasiden yana haktan hukuktan yana olacak ya da kan ve kin kusan tarafta olacak” dedi.

HÜKÜMET NE YAPMAK İSTEDİĞİNİ ORTAYA KOYMALI

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Diyarbakır’da şehit olan askerler için başsağlığı dilerken “Hükümet zaman geçirmeden terörle mücadele konusunda ne yaptığını, ne yapmak istediğini açıklıkla ortaya koymalı ve kamuoyunu bilgilendirmelidir” dedi. Kılıçdaroğlu, CHP Genel Merkezi’nde il başkanlarına vereceği yemeği de gelen şehit haberleri üzerine iptal etti.

Kılıçdaroğlu, Diyarbakır’da 13 askerin şehit, 2’si ağır olmak üzere 6 askerin de yaralandığını büyük bir üzüntüyle öğrendiğini belirterek şöyle dedi:

“Özellikle belirtmek istiyorum ki, terör bir insanlık suçudur. Terörle bir yere varılamayacağı, herhangi bir sonuç alınamayacağı çağdaş dünyanın kabul ettiği bir gerçektir. Bu süreçte önemli olan AKP Hükümeti’nin terörle mücadele konusunda ne yaptığı, hangi adımları attığıdır. Israrla belirttiğimiz gibi, başta Anamuhalefet olmak üzere milli iradenin tecelligahı TBMM ve kamuoyu AKP’nin kimlerle neleri konuştuğunu, neyin pazarlığının yapıldığını bilmemektedir.”

Hükümet’i zaman geçirmeden terörle mücadele konusunda ne yaptığını, ne yapmak istediğini açıklıkla ortaya koymaya ve kamuoyunu bilgilendirmeye çağıran Kılıçdaroğlu, “Terörü ve bugün hepimizi derinden üzen terörist saldırıyı şiddetle kınarken, şehitlerimize rahmet, ailelerine ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in şahsında Türk Silahlı Kuvvetlerine başsağlığı, yaralı askerlerimize de acil şifalar dilerim” dedi.

Bu arada CHP il başkanları ile genel merkez bahçesinde yapılması planlanan yemek de gelen haber üzerine iptal edildi.

7/04/2011

seyyah1906

devlet bahçeli kimin arkadaşlarını satma ile ilgili engin tecrübeye sahip olduğunu orada görmelidir

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 12 Haziran seçimlerinin ardından partisinin ilk TBMM grubu toplantısında gündemdeki konuları değerlendirdi.

Seçimlerden sonra yaşanan boykot krizini de değerlendiren Bahçeli, TBMM'nin kriz üssü haline gelmesinin önümüzdeki sürecin çok şeylere gebe olduğunu kanıtladığını kaydetti. Türkiye'ye yakın coğrafyadaki ülkelerde yaşanan gelişmelere dikkat çeken Bahçeli, böyle bir ortamda yenilenen Meclis çatısı altında yemin ve boykot krizinin ortaya çıktığını ve demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçtiğini kaydetti.
Yaşanan gelişmeleri AKP'nin kayıtsızlık ve vurdumduymazlık içinde izlediğini ifade eden Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın balkon konuşmasındaki üslup ve yaklaşımlarıyla daha sonraki tutum ve söylemleri arasında gece ile gündüz kadar fark oluştuğunu belirtti. Krizin çözülmemesi halinde millet iradesinin sorgulanması ve değersizleşmesinin kaçınılmaz olacağını da dile getiren

Bahçeli, "Tehlike bu kadar açık ve yakındır. İşin şakaya gelir tarafı, hafife alınacak yönü kalmamıştır. Yemin ve boykot krizinin görünürde üç sorumlusu olduğu ortadadır. Bunlardan birincisi, bölücülüğün siyasetteki uzantısı olan ve Kandil çetesini arkasına alarak barış ve özgürlük mücadelesi verdiğini iddia eden BDP'dir. İkincisi tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmamasını gerekçe gösteren ana muhalefet partisi CHP'dir. Üçüncüsü ise göz göre göre krizin geldiğini fark edemeyen ya da fark etse de sesini çıkarmayan ve bundan nemalanmanın arayışında olan AKP hükümetidir" diye konuştu.


"Herkes ortaya çıkan kaostan birinci derecede sorumludur"

Bahçeli, Hatip Dicle'nin durumunu da değerlendirdiği konuşmasında, Anayasa'nın 76'ncı maddesinin YSK ve bağımsız adaylar tarafından dikkate alınmadığını kaydetti. Bahçeli, "Her şey berrak biçimde ortadadır. Hukuken milletvekili seçilmesi mümkün olmayan bir kişinin seçime katılması için çaba gösteren herkes ortaya çıkan kaostan birinci derecede sorumludur. Kandan beslenen bölücü mihrakların, taraftarlarını sokağı işaret etmesi, silah ve dağı adres göstermeleri tam bir kepazeliktir ve Türkiye'nin şerefiyle açıkça oynamak anlamına gelecektir. Türk milletinin her önüne gelen tarafından azarlanmasını, hakir görülmesini ve dayatmalara boyun eğmeye zorlanmasını şiddetle ve nefretle reddettiğimizi duyurmak istiyorum" diye konuştu. Başbakan Erdoğan'a "bu isyan provaları karşısında neden sessiz ve tepkisizsin" diye soran Bahçeli, "İmralı'da yatan bebek katilinin serbest bırakılma şartları gün geçtikçe olgunlaşmaktadır. Merakımız ceviz ağacının altında sözde barışı konuştuklarını dile getirerek terör elçiliği yapanlar, acaba hayatlarında hiç Türk bayrağının altında şehitlerimizi ve gazilerimizi hatırlayacak bir ahde vefa örneği göstermişler midir" dedi.


"Başbakan Erdoğan sözde ustalık döneminin eşiğinde kararını vermeli ve tarafını belirlemelidir"

PKK militanlarına gerilla diyerek önem atfeden kalem sahipleri acaba ağızlarına vatan, bayrak ve şehit kelimelerini ne zaman alacaklardır" diye konuştu. Bahçeli şunları söyledi:
"Türk milletini savaş sözleriyle sindirmeye çalışan şimdi de 15 Temmuz randevusunu veren etnik bölücüler ne yaparlarsa yapsınlar emellerine ulaşamayacaklardır. Muhataplarını buradan uyarıyorum; kimse yanılıp yenilip boş hayallere kapılmasın. Bizim ne vazgeçecek insanımız ne de verecek bir çakıl taşımız vardır. Başbakan Erdoğan sözde ustalık döneminin eşiğinde kararını vermeli ve tarafını belirlemelidir."

2007 yılından bu yana milletin maruz kaldığı anayasa geriliminin bitirilmesi gerektiğine işaret eden Bahçeli, anayasa değişikliği konusunda partisinin 'kırmızı çizgileri'ni de yineledi. Bahçeli Anayasa'nın ilk üç maddesinin kendileri tarafından müzakere edilmesinin dahi mümkün olmadığını belirterek, "Herkes hesabını buna göre yapmalı ve ayağını denk almaladır. Aksi takdirde MHP Türk milletinin hak ve menfaatlerini korumak ve Türkiye Cumhuriyeti'ni yaşatmak için her fedakarlığı seve seve yapmaya hazırdır" dedi.


"Senden icazet mi alacaktık?"

Tutuklu milletvekillerinin durumunu değerlendiren Bahçeli, İstanbul Milletvekili Engin Alan'ın da diğer milletvekilleriyle aynı durumda olduğunu belirterek bu hukuk skandalının affı ve tarifinin mümkün olmadığını söyledi. Anayasa'nın 76'ncı maddesi ve Milletvekili Seçim Kanununun 11'nci maddeleri doğrultusunda Engin Alan ve benzer durumdaki milletvekillerinin milletvekili olmalarında herhangi bir engel bulunmadığını dile getiren Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın "Ne yapalım seçmeseydiniz" şeklindeki sözlerine yanıt verdi. Bahçeli "Senden icazet mi alacaktık? Sana mı danışacaktık? Bu kendini bilmez ve utanmaz zihniyet, geçmişte şahsını ilgilendiren kişiye özel anayasa değişikliğini pervasızca yapmıştı. Hukukun ilkelerini fütursuzca çiğnemiş ve CHP'de bu işe ortak olmuştu" dedi.


Kılıçdaroğlu'na yanıt: Önce aynaya bak

"AKP yargısı"nın izan ve insaf ölçülerinden tamamen uzaklaşarak kanun maddelerini keyfi şekilde yorumladığını belirten Bahçeli, Meclis'in daha yolun başından büyük bir açmazla karşı karşıya kaldığını söyledi. Bahçeli şöyle konuştu:

"Ancak hiçbir gerekçe Meclis'in boykot edilmesine ve Anayasa'nın 81'nci maddesindeki milletvekili yeminine aykırı hareket edilmesine mazeret teşkil etmeyecektir. Bu haliyle başta CHP olmak üzere, milletvekili yemini etmeyenlerin TBMM'nin saygınlığına fazlasıyla gölge düşürdüklerini bilmeleri lazımdır. Madem ortada bir yanlış vardır, o halde bir başka yanlışla bunun giderileceğini düşünmek hezeyandır ve Gazi Meclis'in taşıdığı yüksek erdeme hakarettir. Üstelik CHP Genel Başkanı'nın, Meclis'i protesto ederken; 'arkadaşlarımızı satmayız' sözleriyle bizi tariz yollu itham etmesi içine düştüğü ölçüsüzlüğün ve kafa karışıklığının bariz deşifresi olmuştur.Bize derme çatma siyasi delikanlılık gösterileri yapan Sayın Kılıçdaroğlu, önce aynaya bakmalı ve kimin arkadaşlarını satma ile ilgili engin tecrübeye sahip olduğunu orada görmelidir.Bizim boş laflara karnımız toktur.Milliyetçi Hareket Partisi, 91 yıllık mazisinde böylesine bir boykotla karşılaşmayan kutlu Meclis'i, tartıştıracak ve itibarını zedeleyecek hiçbir niyetin ve eylemin içinde olamaz ve olmayacaktır."


CHP'ye mektup tepkisi

CHP'nin yemin kriziyle ilgili uluslar arası kuruluşlara yazdığı mektubu da gündeme getiren Bahçeli, bunun son derece acı verici ve talihsiz olduğunu kaydetti. Bahçeli, mektubun yeni CHP'nin ruh halini ve meselelere hangi açıdan baktığını gösterdiğini savunarak siyasi partiler açısından en üst şikayet mercinin Türk milleti olduğunu belirtti. Bahçeli, "Başkent Ankara vizyonundan çıkarak, küresel çekim alanına kapılan CHP'nin, ülke içindeki siyasi ve hukuki meseleleri dünyaya afişe etmesi en az yemin krizi kadar ciddi ve önemli bir problemdir.Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu partinin bu içler acısı hali, geleneği ve siyasi geçmişi bakımından kırılma ve sapmadır.Bu nedenle CHP, partimize laf yetiştireceğine kendisine bakmalı ve bize akıl vermekten bir an önce vazgeçmelidir" diye konuştu.



Gül'e "davet" tepkisi

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün geçen haftaki davetini hatırlatan Bahçeli, Gül'ün tavrının Başbakan'la bir plan dahilinde hareket ettiğini gösterdiğini söyledi. Gül'ün davetinde AKP'nin yer almadığını, Meclis'te temsil edilen diğer siyasi partilerin davete muhatap olduğunu kaydeden Bahçeli, "Eğer AKP yemin ettiği gerekçesiyle davet edilmediyse, partimiz de aynı durumdadır o zaman bize yönelik bir çağrıya da gerek yoktur" dedi.


4 maddelik çıkış önerisi

İstendiği takdirde TBMM'nin bugünkü karanlık tablodan çıkışın tek adresi haline getirilebileceğini söyleyen Bahçeli Başbakan Erdoğan'ın "tükürdüklerini yalayacaklar" sözüne tepki gösterdi ve bu ifadenin bir Başbakan'a kesinlikle yakışmadığını söyledi. Ortaya çıkan emarelerin Başbakan'ın krizi istismar edeceğini gösterdiğini ifade eden Bahçeli, boykot krizinin çözülmesi için 4 maddelik öneri sundu. Bahçeli şunları söyledi:
"-Millet iradesinin heba edilmemesi ve milletimizin çekişmelerle oyalanmaması için yemin ve boykot krizinin tarafları bu eylemlerine bir an önce son vermeli ve Meclis'teki yerlerini almalıdırlar.
-Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde grubu bulunan bütün siyasi partilerden seçilecek temsilciler bir araya gelmeli, ahlaki ve tutarlılık gereğince tutuklu bulunan milletvekillerinin haklarını savunacak bir Meclis bildirisi için temel zemin oluşturmalıdırlar.
-Yürürlükteki yasal hükümler, tutuklu bulunan milletvekillerinin salıverilmesine engel değildir. Tutuklu milletvekillerinin önüne, Anayasanın 14. ve 83. maddelerini mani bir hal olarak çıkarmak zorlama ve yanlı bir tutum olacaktır. Yalnızca kanun ve anayasa hükümlerinin objektif kriterler çerçevesinde uygulanması ve iktidarın bu konuda ön ayak olması meseleyi kökünden çözecektir.
-Bunlara rağmen de bir çözüm ortaya çıkmıyorsa, Anayasanın 76. maddesine, tutukluyken seçilen milletvekillerinin durumlarını daha da netleştirecek ve serbest kalmalarını sağlayacak bir ifade ilave edilerek içinde bulunulan krizin ortadan kaldırılması mümkün olabilecektir."



"Engin Alan bölücülere karşı rehin olarak tutuluyorsa, hesabını sormak bizim için namus borcu olacaktır"

Bahçeli önerilerine rağmen tutuklu milletvekilleriyle ilgili adım atılmazsa o zaman bu kişilerin başka davalara denge unsuru olarak tutulmasının gündeme geleceğini belirterek, "İmralı, Silivri ve KCK arasında denge arayışları varsa ve mesela Sayın Engin Alan bölücülere karşı rehin olarak tutuluyorsa, er ya da geç bunun hesabını sormak bizim için namus borcu olacaktır. Bu borcu da Allah sağlık verdiği sürece mutlaka ödeyeceğimizden herkes emin olmalıdır. Geldiğimiz bugünkü aşamada; Türkiye'nin daha fazla hırpalanmaması ve milletimizin artan sorunlarının bir an önce çözülmesi amacıyla başta AKP olmak üzere, herkes sorumlu ve duyarlı hareket etmeli ve karşı karşıya olduğumuz bunalımı bertaraf etmek için güç birliği yapmalıdırlar. İnanıyorum ki, TBMM çatısı altında; iyi niyetli ve dürüst bir şekilde oluşturulacak uzlaşma zemininde, her güçlüğün üstesinden gelmek mümkün olacaktır.Yeter ki istensin, yeter ki karar verilsin ve irade gösterilsin" diye konuştu.

Bahçeli konuşmasının sonunda Meclis Başkanlığı seçimi yapılacağını hatırlatırken, MHP olarak adayları Tunca Toskay lehine oy kullanacaklarını söyledi.